Artık Bazı Konularda Mücadele Ederken, Buna Değeceğine İnanırsam Ediyorum. Çünkü İnsanlar Teknolojiye, İlime, Bilime Değil de Paraya Odaklandıkları İçin Olay Artık Tamamen Normal Seyrinden Çıktı.
Öncelikle bizi konuk ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bu aslında ikinci ziyaretimiz; ilki, ofisinizi yeni açtığınız dönemde gerçekleşmişti. Bu ziyaretimizde, 2025 yılına ilişkin sektör değerlendirmelerinizi ve öngörülerinizi, ayrıca Carra Mimari Sistemler’in hikâyesini daha detaylı olarak sizden dinlemek istiyoruz.Ancak öncesinde Türkiye’de önemli işlere imza atmış ve sektörde saygın bir yere sahip olan Abdullah KARA’yı tanıyarak, alüminyum sektörü üzerindeki etkileri ve gelecek planları hakkında bilgi almayı umuyoruz.

Sene 1987’den 2025’e kadar alüminyumdışında hiçbir ticari faaliyette bulunmadım. Birçok üst düzey yönetim görevi üstlendim; çalıştığım firmalar daima Türkiye’nin önde gelen şirketleriydi. Her geçen gün kendimi geliştirerek topluma ve sektöre faydalı olmaya çalıştım.Tabii ki “tamam mıyım?” Değil elbette. Çünkü şimdiye dekTürkiye’de tamamen Avrupa firmalarının ürünlerini keşfedip onların üzerine üretim yapıyorduk. Oysa artık dünyada Çin diye yeni bir oyuncu var; ayrıca sektörün en önemli mihenk taşlarından biri olan Amerikan sistemleri de söz konusu. Türkiye’de ve Avrupa’da da Amerikan sistemlerine doğru bir yönelim olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla her sene yeni şeyler öğrenmek zorundayız. Biz de bu doğrultuda edindiğimiz bilgileri, ürün veya hizmet alan insanlara, sansürlemeden birebir aktarıyoruz. İşte başarımızın en büyük sırrı bu.
Otuz yıl özel şirketlerde üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra, 10 Haziran 2019 tarihinde Carra Mimari Alüminyum Sistemleri adıyla kendi işimizi kurduk. Kendi çapımızda birkaç firmanın bayiliğini alarak proje bazlı olarak hem yurt içinde hem de yurt dışında hizmet vermeye devam ediyoruz.
Hizmet sunarken daima en hızlı, en seri ve en ekonomik çözümleri araştırıyoruz. Ardından ‘’Evet, size en uygun ürünler bunlardır’’ diyerek fiyatlandırmamızı yapıyor, teknik detay desteği sağlıyor, proje çözümlemesi ve proje takibi gerçekleştiriyoruz. Proje süreçlerini müşterilerimize aktaran ve tasarım gibi çeşitli çözümler sunan bir ekibimiz var; bu sayede tüm aşamaları profesyonelce yönetiyoruz..
2025’teki en büyük hedefimiz, ihracat oranımızı %80’in üzerine çıkarmak. Hedef belirlediğimiz ülkeler arasında Afrika’nın birkaç ülkesi (ki hâlihazırda buralarda hizmet vermeye devam ediyoruz), Türki Cumhuriyetler, ABD ve Kanada bulunuyor.Şu anda küçük çapta çalışmalara başladık ve bu pazarı genişletmek için elimizden geleni yapacağız inşallah. Ayrıca Türkiye’de,farklı birkaç sistem üzerindeya pılanma sürecinde olan bir firmayla da proje bazlı satış konusunda bir anlaşma imzaladık. Bu doğrultuda da bizimle yol yürüyen ve hizmetimizden memnun kalan herkese hizmet vermeye, destek olmaya devam edeceğiz.

Bu süreç içerisinde özellikle sektörde gördüğünüz eksiklikler nelerdir? Çin ve ABD’yi ziyaret ettiğinizi, oralardaki yeni ürünleri ve pazarları takip ettiğinizi söylediniz. Sizce Türkiye’deki en büyük ve önemli eksiklik nedir?
Türkiye’de gerçek anlamda ‘sistem ürünü’ yok. Şu anda Türkiye’de hizmet veren firmaların tamamının hedefi: ‘’şu kadar ton ürettik, şu kadar ciro yaptık’’ şeklinde özetleniyor. İstanbul kadar nüfusu bile olmayan Yunanistan’la kendimizi kıyasladığımızda; Türkiye’de uluslararası marka diyebileceğimiz sadece bir veya iki firma var, geriye kalanlar ise yavaş yavaş markalaşmaya çalışsa da henüz kendilerini ispat edebilmiş değil. Yunanistan’a baktığınızda beş uluslararası markaya sahip olduğunu görüyorsunuz; bunlar Amerika’dan Almanya’ya, İngiltere’den Türkiye’ye dünyanın pek çok ülkesinde faaliyet gösteren markalar. Şimdi, bu durumu mukayese ettiğinizde, Türkiye’de ‘’bedeli neyse ben bunu ödüyorum ama bu bedelin karşılığında yılların birikimine sahip kaliteli bir marka yapacağım’’ diyen bir firmaya ben bugüne kadar rastlamadım. Ne yazık ki üretilen sistemlerde en az beş-on noktada zayıflık görüyor, bunu dile getirdiğinizde ise ‘’kötü adam’’ilan ediliyorsunuz. Artık bazı konularda mücadele ederken, gerçekten buna değeceğine inandığım durumlarda bu çabayı gösteriyorum.Çünkü insanlar teknolojiye, ilime ve bilime değil de paraya odaklandıkça, işin doğası tamamen değişmiş durumda. Biz 1995-96 yıllarında yeni sistemleri gördükçe, Almanya’da fuarlara gidip bavullar dolusu broşürlerle geri döndüğümüzde büyük bir heves duyuyorduk; ancak şimdi geriye dönüp baktığımızda, maalesef tek bir adım bile ilerleme kaydetmediğimizi fark ediyoruz. Bugün Schüco, Sapa, Alumil, Reynaers, Hüeck gibi birçok yabancı firmanın Türkiye’de olmasının temel sebebi onlara alternatif olabilecek bir Türk firmasının bulunmaması. Bu gerçekten üzücü; bir yandan ülkeye döviz lazım diyoruz öte yandan paramız yurt dışına akıyor. Neden? Çünkü üretmiyoruz.Burada sadece yatırımcıları suçlamak haksızlık olur; asıl sorun, yönetimsel açıdan gerekli denetimi sağlayamayan devlette. İnovasyon, Ar-Ge, Kalite Kontrol ve Vergilendirme gibi alanların tamamında teşviklerin verilmesi ve bu teşviklerin aktif şekilde takip edilmesi gerekiyor. Ar-Ge için de bir sunum hazırlaması lazım firmaların ve bunun karşılığında devletin yetkili organlarının bunu kontrol ederek ‘’evet, bu firma bunu yaptı/yapıyor, bunu daha çok destekleyelim’’ demeli. Ne yazık ki bugüne kadar böyle bir yaklaşım göremedim. 2021 yılında bir Çin firmasıyla bu konularda görüşmelerim oldu. Pandemi döneminde Çin Devleti firmaya ‘Dünyanın en iyi sistem firması hangisi?’ diye soruyor. Yanıt olarak ‘’Schüco’’ diyorlar. Ardından “Peki Schüco”nun aynısını üretebilir miyiz?” sorusuna, “Eveti Üretebiliriz” karşılığı geliyor. Bunun için on mühendis ve on mimar olmak üzere yirmi kişilik bir ekibe ve belirli bir bütçeye ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. Çin Devleti de‘ Bütçe hazır, gerekli personeli de istihdam edelim, bu sistemleri istiyorum’ diyor. Ben, bu sistemleri incelediğimde, Avrupa’daki mevcut sistemlerden fazlasının olduğunu, eksiğinin ise olmadığını gördüm. Bu Çinli firmanın kataloğunu incelediğiniz zaman sanki Avrupa’nın en iyi firmasının kataloğunu inceliyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Tam da bu yüzden öncelikle bizim ülke olarak fabrika ayarlarımıza dönmemiz gerekiyor. Şu anda ülke olarak hak etmediğimiz birçok konforu yaşıyoruz. ‘Hak etmek’ nedir? Bir şeyi sıfırdan üretip belli bir noktaya getiriyorsanız onu hak ediyorsunuzdur; ancak mevcut olanı bile geliştiremiyorsanız, hak etmiyorsunuz demektir. Böyle yaparak gelecek nesillere kötü bir miras bırakıyoruz, hiç iyi bir miras bırakmıyoruz. Alüminyumundan inşaatına kadar her türlü sektörde konforumuzu paraya endekslemişiz. Bu sürdürülebilir bir şey değil. Er ya da geç bu bir noktada patlayacak. Bizim nesilde mi patlar bir sonraki nesilde mi bilemiyorum. Çünkü gerçek yatırım ve gerçek hizmet olmadıkça, bu tür makyajlı yaklaşımların bir gün mutlaka son bulacağını hepimizbiliyoruz.

Çin ve ABD faktöründen bahsettiniz; biri zaten gelişmiş bir ülke, diğeri ise sonradan gelişerek çok hızlı yükselen ve yükselmeye devam eden bir ülke. Sizce devletin eli müteşebbislerin yani bu işi yapan insanların üzerinde mi olmalı yoksa gölgesi mi olması gerekiyor? Başka bir deyişle, belirli şartlar ve standartların varlığı, işlerin doğru şekilde yürütülmesi için yeterli mi?
Standartı olmayan hiçbir ürün nitelikli olamaz. Örneğin, bir inşaat yapıyorsunuz, bir daire oluşturacaksınız; duvarlar bittikten sonra pencerelerin ölçüsünü almak diye bir şey dünyada yok. Normalde çizime göre imalat yapılıp pencere takılır. Biz ise teknolojiyi kullanmayı bilmediğimiz için hâlâ kalfanın ve ustanın söyledikleri doğrultusunda hareket ediyoruz. Öyle ki bir binada, iki kat arasındaki pencere ölçülerinde en az beş farklılık olabiliyor; bu da ülkemizde standartların olmayışından kaynaklanıyor. Temelden çatıya kadar, teknik özelliklere göre ve belli bir standarda uygun şekilde anahtar teslim proje yapılması gerekiyor. Bunu gerçekleştirmediğimiz sürece asla başarılı olamayız.
Dünyayla kıyaslandığında en büyük eksiğimiz, teknik özellikleri baz almamamız. Başarısız bir ülke miyiz? Kesinlikle değiliz. Çalışkan, üretken ve çok zeki beyinlere sahibiz, ancak onlara hak ettikleri değeri vermiyoruz. Dikkat edin, dünyada önemli buluşlara imza atan pek çok Türk doktor var ama ne yazık ki Türkiye’de değiller. Bu da gösteriyor ki elimizdeki değerleri dışarı kaçırmış ve kaybetmişiz. Sonuç olarak devasa hastanelerimiz var ama doktorumuz yok; büyük alüminyum tesislerimiz var ama kapasitemizin sadece %60’ı çalışıyor. Nitelikli ürün üretemiyoruz, ürettiklerimiz de çok sınırlı. Dünya bugün alüminyumu geri dönüşüm, yeşil alüminyum, karbon emisyonsuz alüminyum ve yüksek enerji verimliliği gibi farklı kavramlarla üretiyor. Biz bunları uygulamadığımız sürece ustanın ve kalfanın elinde kalmaya devam ederiz.
Türkiye’de alüminyum aksesuar konusunda çok ciddi çalışmaları olan bir firmamız var. Yıllardır kendisine neden bu üretimi uluslararası boyuta taşımak adına bir şey yapamıyorsunuz, evet yurt dışındaki iyi markaların standartlarında üretimler yapıyorsunuz, kalıp maliyetleri yapıyorsunuz, fakat talep konusunda yeterli olmuyor diye sordum. Cevabı şu oldu: ‘’Bir tane alüminyum fabrikası mimari çizimlerini yaptığı zaman bize gelip şu sisteme uygun bir aksesuar yap demedikleri için biz kendimizi bir türlü ispat edip de yaptığımız işin doğru mu yanlış mı olduğuna karar veremedik. Yani biz aslında iyi bir markayız, çalışıyoruz, mücadelesini veriyoruz ama insanlar ithal edilen, yurt dışından gelen ürünlere daha fazla talep gösteriyor.’’ Yani Abdullah Bey size sorum şu: Türkiye’de de üretilen birçok şeye tanıklık ettiğimiz halde bunlara değer verilmediğine de şahit oluyoruz, bu nasıl çözülecek sizce?
Örneğin bir araç üretilirken, sizin de bildiğiniz gibi sadece motordan ibaret değil; iç dekorasyon, kaporta, izolasyon, ses yalıtımı ve benzeri birçok unsur bir araya gelerek arabayı oluşturur. Aslında alüminyum sistemleri de aynı şekilde çalışır. Alüminyum profil çekildiğinde o profili birleştireceğiniz köşe takozu, EPDM conta, menteşe, çift açılım mekanizması, kolon, ispanyolet gibi tüm unsurların bir bütün olarak üretilmesi gerekir. Ben bir sistem tasarlıyorsam, ‘Bu sistem Euro kanallı’ deyip geçmemeliyim. Türkiye’de bu parçaları üreten firmalarla bir araya gelip Ar-Ge çalışması yapmam gerekiyor. Örneğin, ‘Bu şekilde bir sistem tasarlıyoruz, taslak çizimlerimiz bunlar. Siz fitil üreticisiniz; fitillerin sistemde doğru çalışması ve yüksek yalıtım sağlaması için nasıl bir tasarıma ihtiyacımız var?’ şeklinde konuşmamız lazım. Üreticinin de yaptığınız ürünler için kendi EPDM conta tasarımını oluşturması, esneme, kasma, gerilme gibi parametrelere göre AutoCAD üzerinden fitil üretimini ve ürün tasarımını buna göre şekillendirmesi gerekiyor. Menteşe üreten, kol üreten, çift açılım üreten firmayla da aynı düzeyde çalışmamız gerekiyor. Üreticilere dwg çizimlerini gönderip ‘Bakın ben böyle bir sistem üretiyorum ama bu sistemin saat gibi tıkır tıkır çalışması için ne yapmam lazım. Sizin ürettiğiniz ürünlerle nasıl uyumlu olur? Ne şekilde dizayn etmeliyim?’ diye sorduğumda yol göstermeleri gerekiyor.Bunların hepsinin entregrasyonu olarak bir aksesuarcıyla çalışmak gerekiyor. Bugün dünyanın en iyi markalarının hepsinin bir aksesuar partneri vardır, o partnerle detayları çözerler, sonra o partnere o ürünü ürettirirler ve üzerine de kendi logolarını bastırırlar. Bu, dünyada hep böyle. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok ama biz her şeyi çok iyi bildiğimiz için bunlara gerek duymuyoruz.Aksesuarcılarla yakın temasta çalışmaya ihtiyaç duymuyoruz. Biz aksesuarcıya ‘Euro kanalı’ diyoruz. Örneğin ‘kaldır-sür’ dediğinizde, aksesuarcı ‘X firmanın ürünüyse şu aparatı kullanmalıyız, çünkü Euro kanalındaki toleransın dışına çıkmış; bu nedenle ek parça lazım’ diyor. Eğer sen bu bilgiyi paylaşmadıysan veya aksesuarcı sana vermediyse, ürünü alıp atölyede işlemeye çalıştığında uyum sağlayamayacaksın. Sonra ne yapacaksın? Alüminyumu kerteceksin veya iade edeceksin; arada da büyük bir zaman kaybı yaşanacak.

Türkiye’deki Ar-Ge uzmanlarının ve firmaların en büyük sorunu, kolektif çalışmayı tercih etmemeleri. Sanki kimsenin bulamadığı bir şeyi ilk kez biz bulmuşuz gibi davranıyoruz, ama öyle bir durum yok. Bir ortak (partner) bulup sözleşme yapmak, kolektif bir çalışma içerisine girip testleri gerçekleştirmek gerekiyor. Ancak bütün bunların belirli bir maliyeti olduğundan, biz hep en ucuz yola kaçıyoruz.Geçen gün bir proje için bir arkadaşla görüşüyoruz. ‘Bu projeyi çözüp bana vermen lazım. Proje de büyük, en az on gün çalışmak gerekiyor üstüne. Bir mimar bu projeye çalışsa ne kadar ücret alır?’ diye sorduk. ‘1000 dolar talep eder,’ dedi. ‘Tamam, biz bu ücreti verelim,’ dedik. Gecemizi gündüzümüze kattık projeyi çözdük. Biz bu yolu izlemek yerine ne yapabilirdik? Yanımızdaki yöremizdeki ahbap çavuş ilişkisiyle insanların emeğini sömürebilirdik ama bunu yapmıyoruz. Emeklerin karşılığını verirsek biz de o emeklerin karşılığını alırız. Her zaman veren el alan elden üstündür. Emeğinin karşılığını verirsek başarılı oluruz, vermezsek başarılı olamayız. O yüzden Türkiye’de sistem konusunda ciddi hamleler yapılması gerekiyor.Bir sistem üretilirken mesela vazgeçilmezi olan aksesuarıyla sahada güvendiğin, imalatına güvendiğin bir usta ve bir montaj elemanıyla istişare içinde olmak, sistemi tartışmak gerekiyor. Bir firmada bu Ar-Ge’yi yaptırdığım zaman gittim Türkiye’de Ar-Ge’yi en iyi bilen adama gösterdim: ‘’Kalıplar bu şekilde çıkarsa sıkıntı olur, çok fazla cam çıtası stoğuna girersin, gerek yok. Şunu şöyle yap, bunu böyle yap, performans olarak daha çok verim alırsın’’ dedi. Onun dediği şekilde yaptık ve ekstra cam çıtası maliyetinden kurtulmuş olduk. ‘Danışan dağları aşmış danışmayan düz yolda kalmış,’ diye bir atasözümüz var bizim. O yüzden bizim ‘’mutlaka çok para kazanmak için çok tonaj yapmamız gerekiyor’’ mentalitesinden çıkmamız gerekiyor. Sen ne kadar çok üretirsen üret, senin üst seviyelerde olmak için bir markan olması gerekiyor, bir konuda başarılı olman gerekiyor, herkesin seni o ürününle tanıması, bilmesi gerekiyor. Biz, eskiden yaptığımızı söylüyorum, üç sene içinde Türkiye’de markayı oturtmuşuz. Peki sonrasında ne oldu? O marka tüm ihalelere yazılmaya başlandı. Ben bunu birkaç arkadaşıma hâlâ anlatıyorum beş senedir, çok iyi üretim yapıyorsunuz ama bunu yapmanız gerekiyor, sadece kendiniz için değil gelecek nesiller için yapmanız gerekiyor. Gelecekte bedel ödemek zorunda kalacak firmalar, bugün bedel ödemekten kaçınan firmalar olacak. Bazı firmalar şimdiden müşteri portföylerini ve sistemlerini oturtmuş, yatırımlarına devam ediyor; ancak sıradan firmalar yarın onlarla rekabet edemeyecek. Öyle ki gelecekte firmalar, ithal olarak gelip Türkiye’de konuşlanacak; pek çok firma ise Avrupalıların, Çinlilerin veya Hindistanlıların eline geçecek. Dünyanın nüfus bakımından en büyük iki ülkesi Çin ve Hindistan. Şu an ABD’nin de bugün en çok çekindiği ülkelerin başında bu ikili geliyor. Çünkü bugün bilişim sektörü artık Hindistanlıların elinde. Otomobillerde bile yazılımlar ve güncellemeler öne çıkarken, yazılımın önemini göz ardı edemeyiz.
Geçenlerde katıldığım bir toplantıda, mühendis bir hanım şöyle bir şey anlattı: “İnşaatla teknolojiyi birleştirerek projede süreyi nasıl daha iyi yönetebileceğimi artık somut verilerle gösterebiliyorum. Böylece inşaatın maliyetini ne kadar azaltabileceğimi net bir şekilde ortaya koyabiliyorum.’’ İşte tam da bu yüzden, alüminyum sektöründe de teknolojiyle alüminyumu birleştirmek gerekiyor. Örneğin BIM diye bir program var; Avrupa’da BIM programını kullanmayan doğramacılar işi alamıyor. Türkiye’de de bu yavaş yavaş benimseniyor; çünkü yaptığınız projeyi, toprağa ilk beton atıldığı dakikadan bitişine dek bütün anatomisini BIM programından takip edebiliyorsunuz. Kaçlık dübel kullanacağınızdan tutun, kaçlık makas koyacağınıza kadarvs. bütün bu modellemeyi yapıyor, ekrandan önizlemesini gösteriyor,net bir bitiş tarihi verip maliyet hesabı sunabiliyorsunuz.Bu nedenle çağın gerisinde kalmamalıyız;sistem üreticilerinin agresif olması lazım, bunun maliyetinin gözümüzde büyümemesi lazım. Avrupalı firmadan 5 Euro’ya ürün tedarik ediyorsunuz, aksesuar bir alüminyum sisteminin %40’ı, bunu sen de yapabilirsin. Avrupa’ya, Amerika’ya satan firmalar var, bu imkânsız değil. Dünyanın her yerinde şantiyesi olan, dünyanın her ucunda proje alabilen Türk firmamız da var, bu firmayı örnek almamız gerek. Birkaç firmayla sınırlı kalmamalıyız, başarılı firmaları örnek almalı, onların izinden gitmeliyiz. Uluslararası arenada senin sistemin satılmadığı müddetçe milyon ton alüminyum satsan neye yarar? Çünkü sadece senin alüminyumunu alan biliyor ama başkası bilmiyor, ama bugün Schüco dediğin zaman Çinli bir köylü bile biliyordur, peki bizim firmalarımız, markalarımız niye bilinmiyor? Bugün Avrupa’nın en büyük firmalarından birisi Türkiye’den bir firma, bu büyüklüğün yanında şunu diyebiliyor olmamız gerekiyor: bu firma en büyük firmalarından, en çok üretim yapan firmalarından birisi onun yanında Avrupa’nın en iyi sistemlerini üreten firmalarından birisi diyebilmeliyiz ama maalesef diyemiyoruz. Sadece en büyük tesis, en çok üretim yapan tesis diyebiliyoruz ama sistem konusunda sıkıntılarımız var çünkü ülke olarak bunlara eğilim göstermiyoruz.
Bunca fabrika açılırken, özellikle alüminyum ekstrüzyon sektöründe iyi bir noktaya gelmemiz beklenirken, tam tersine sektör daha kötüye doğru ilerliyor. Pandemi döneminde üretim hızı artmasına rağmen, son iki yıldır üretim düşmüş, yorgun ve enerjisini kaybetmiş bir sektör haline dönüştü. Bunun ardından da konkordato, iflas ve iflas erteleme süreçleriyle karşı karşıya kalan genç bir alüminyum ekstrüzyon sektörü var. Sizce bu durumun altında yatan nedenler nelerdir?
Burada birçok parametre var: ancak ilk sırayı verimlilik alıyor. Elimizdeki tesisleri verimli kullanamıyoruz. Şu an; A firması, B firması, C firması misalen kapasiteleri 10 bin ton, sıradan üç adet firma. Bu üç firma kaç bin ton üretim yapıyor normal şartlarda? 6 bin tonu geçmez. 10 bin ton kapasitesi olmasına rağmen verimliliğini daha bu kapasiteyle artıramadan gidip iki tane daha ekstrüzyon pres makinesi sipariş edip kapasiteyi 21 bin tona çıkarıyor. 6 bin ton – 7 bin ton üreten bir fabrikanın kapasitesi 21 bin tonsa o firma büyük bir yanlışın içine düşmüş oluyor. Çünkü atıl stok firmalar için çok tehlikeli bir durumdur. O makine kaba tabirle orada çürüyecek. O makine yatırımı yerine başka bir yatırım, daha hızlı geri dönüş sağlayacak ve verimini artıracak yatırım yapsalar daha mantıklı olurdu. Birinci sebep bu: verimlilik ve artan atıl stok.
İkincisi, planlamadır.‘’Pazarda biz şununla çalışmıyoruz’’, ‘’pazarın talebi şu kadar’’, ‘’şu kadar üretiliyor’’ diyerek kestirip atmak. Tesisindeki halihazırdaki 10 bin ton kapasiteyi mevcut şartlarda doldurmanın yollarını bulmak gerekiyor. İnsan gücü mü enerji kaynağı mı planlama mıdır yeni pazar araştırmaları mıdır bunları yaparak verimi artırmak gerekiyor, ama bunlar yapılmıyor. Hâlâ çok fazla eksiğimiz var… Ben dahil, üretici firmayı arıyorum ‘’benim 1-2 ton malım var, bunu üç günde beş günde ver’’ diyebiliyoruz, bunu yapmak o fabrikanın işleyen düzenine çomak sokmaktır. Çünkü biz planlamayı baştan yanlış yapıyoruz. Bunu tekraren yaptığımız zaman o fabrikanın performansını el birliğiyle düşürüyoruz. Onun için ülkede, o planlamanın çok iyi yapılması gerekiyor. Enerji verimliliğini iyi kullanmak, müşteriyi senin üretim hatlarına göre analiz edip ona göre müşteri ayrımı yapmak, pazarlamayı ona göre yapmak gerekiyor. Ayrıca, pandemi döneminde birden çok konu vardı: Avrupa ve ABD’nin Çin’i diskalifiye etmesiyle birlikte Türkiye ve Polonya’nın ön plana çıktığını görüyoruz. İncelediğiniz zaman biz o dönemi de doğru bir şekilde değerlendiremedik.Kendi üreticimizin ayağına sıkarak geçirdik bu dönemi. Sonrasında, Avrupa farklı ülkelerden operasyonlarını da genişletince, bu arada Avrupa’da da bir duraklama dönemi başladı o dönem. Bununla birlikte Türk firmaları yaptığı yatırımların karşılığını alamadı, gelecekte de alamayacak gibi duruyor. Hatta bazı konuşmalara göre de iç piyasayı kaybetmeden dış piyasaya odaklanalım gibi cümleler duyuyoruz.

Özellikle sektördeki en büyük eksikliğin, kalifiye personel ile profesyonel, etik değerlere sahip ve firmaları ileriye taşıyabilecek yöneticilerin yetersizliği olduğu söyleniyor. Sizce bu eksiklik nasıl giderilebilir?
Öncelikle, 1950’den sonraki yapılanmaya baktığımız zaman Türkiye’de 33-34 yaşında emekli olan insanlar var. Şu anda pandemi ve pandemiden sonraki EYT ile beraber kalifiye insanların emekli olmasıyla birlikte o birikim ve değerlerin yok olması bu sektöre çok büyük bir darbe vurdu.
İkincisi, biz millet olarak Avrupa milletleri veya diğer başka milletler gibi değiliz. Suriyelilerin girişiyle beraber insan gücü çoğaldı diye biz kendi değerlerimize sahip çıkmamaya başladık. Bu değerlerin birçoğu artık dünyanın farklı coğrafyalarına göç etti. Artık tekniker de mimar da şantiye şefi de alüminyum doğramayı CNC’de kesip onu yönetecek adam da bulamıyorsunuz çünkü çoğunu ülkeden kaçırdık. Ülkenin ekonomik durumu ortada. Hiçbir firma 5.000 dolar ücret veremez ama Özbekistan’da bir pres operatörü 5.000 dolarla çalışıyor. Türkiye’de yarı fiyatına çalışmak durumunda kalıyor bu kişi. Böyle bir gerçek var, o yüzden fiyatlandırmanın da adil olmadığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu iki taraflı bir durum: işveren tarafından baktığınızda 500 elemanla çalışan bir fabrika en düşük çalıştırabileceğiniz elemanın maaşı 30.000 TL’dir. Şimdi bunu realiteye döktüğünüzde alüminyum profilin fiyatı 10 cent daha artacak.Bütün katmadeğerler artmasına rağmen bu fiyatın aynı seviyede kalması mümkün değil.
Sektörde herkesin merak ettiği iki soru daha var: Sektör firmaları yalnız ve sahipsiz denildiği zaman ‘’böyle gelmiş böyle gider’’, ‘’neremiz sahipsiz?’’ cevapları veriliyor. Abdullah Bey, siz de tecrübelerinize dayanarak sektör firmalarının yalnız ve sahipsiz olduğunu düşünüyor musunuz?
Olay şu: kuralları olmayan bir devletiz, gerçekten. Nitelikli ürünler üretmek için, istikbali ileri taşıma konusunda başarılı olmamız için devletin bütün kurallarıyla bunları denetlemesi lazım. Demesi lazım ki ‘’üretim programımız şu, bu şekilde yapmalısınız!’’ Bu eksiklikleri tamamladıktan sonra, ülkedeki sanayicinin de tüketicinin de çok ciddi sıkıntıları ve sorunları olduğu görülecektir. Bu sıkıntıları aşabilmenin en önemli yolu kriterlerimizin netleşmesidir. Hangi kriterde ne yapacağımızın belli olması lazım. Biz inşaatlara gidiyoruz, inşaatlardan bize proje veriliyor, projede kuracağımız alüminyum sistemleriyle alakalı bir tarif yok. Bu da yeni yeni oluşuyor, yeterli değil henüz ama bir başlangıç var. Standart olmadan ‘’ısı yalıtımı yüksek olan baba profiller istiyorum’’ deniyor, böyle bir tabir yok. Isı değerleri, teknik detaylar ve testten geçmiş ürünlere yönelik bir talep oluşturulması gerekiyor. Bunlar daha yeni yeni oturuyor. Bu yüzden önümüzde çok uzun bir yol var daha. Bunu da devlet, yapı denetim kontrol etmediği müddetçe veya firmalarımız iyi nitelikte ürün üretmediği müddetçe bunun üstesinden gelemeyiz. Değişim çok zor oluyor, o yüzden Avrupa’dan farkımız kalın bir çizgiyle çizilmiş. Biz o çizgiyi geçmediğimiz müddetçe ‘’taşeron’’ firmalar olarak kalacağız.
Bu kadar çok alüminyum ekstrüzyon fabrikası varken neden bir ‘sistem evi’ yok ya da neden buna yatırım yapılmıyor? Fabrika kurmak daha kolay, ancak bir sistem evi kurmak firmalara maliyetli geldiği için sürü psikolojisiyle hareket ediyorlar: Ne satılıyorsa o doğrultuda kalıplar yapıyor, o ürünleri üretiyorlar. Ülke olarak ‘Ne kadar az insanla, ne kadar fazla iş yaparım?’ mantığıyla çalışıyoruz. Kaliteli alüminyum profil konusunda ise kimse ‘Sineklik şöyle olmalı, panjur şöyle olmalı, profilin kalitesi şu standartları taşımalı’ diye bir talepte bulunmuyor. Sizce bu sorunlar nasıl aşılabilir?
Sonuç yine aynı: standartların eksikliği. Türkiye’de bir dönem cam balkon sistemi her yerdeydi. Şimdi onun yerini giyotin sistemler aldı; cam balkon sistemleri sökülüp yerlerine giyotin sistemler takılıyor. Küpeşte de aynı şekilde: önceleri klasik yuvarlak boru küpeşteler vardı, sonra kare küpeşteler ortaya çıktı; derken bu da bitti, cam baza küpeştelerine geçtik. Çünkü Türkiye’de bir yenilik yapılırken bir sonraki adım düşünülmüyor. Her şeyi yalnızca o yıl içinde kaç bin ton ürün satabiliriz perspektifiyle değerlendiriyoruz. Marka değeri olan bir ülke olmadığımız için de ‘100 ton satalım, şu kadar ciro yapalım’ anlayışından öteye geçemiyoruz.
Almanya’da Heroal diye bir firma var, sistem firmasıdır, sistem evidir. 20 bin metrekare yerde yaptıkları sistemlere bakın bir de bizim 70 bin – 100 bin metrekarelerde olan firmalarımızın yaptığı sistemlere bakın. Heroal’ın yaptığı sistemlere bakıyorsun, Balkanlar’da, Avrupa’da, dünyanın her yerinde sistem satıyor. Bizim bir markamız dahi Amerika’da, İngiltere’de, Avrupa’da markasını geniş ölçekli satamıyor, talep edilen bir sistemi yok. O yüzden bizim daha çok çalışmamız lazım. Türkiye Cumhuriyeti Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı elele vererek şehirlerin ısı değerlerini, performanslarını yükseltmek için çalışmalar yapması lazım.Bu çalışmalara göre de firmaların ürün üretmesi lazım yoksa biz daha elli sene bu konuyu konuşmaya devam ederiz.
Son sorum şu şekilde: Alüminyum ekstrüzyon firmaları, aksesuar üreticileri, conta imalatçıları gibi birçok kuruluş mevcut. Fakat Carra Mimari Sistemler ve Abdullah KARA gibi, hem işini geliştirerek sektörü ve Türkiye’yi ileriye taşıyacak hem de anlattığınız sistemleri detaylı şekilde ifade edebilecek kişi sayısı çok az. Bu işi yapanlar da kendilerini tam anlamıyla ifade edemediklerini söylüyorlar. Peki, Carra Mimari Sistemler ve Abdullah KARA olarak, bu düzensizliği ve disiplinsizliği ortadan kaldırmak için neler yapabilirsiniz?
Biz doğru bildiklerimizi, doğru öğrendiklerimizi, doğru öğrenmeye çalıştıklarımızı partnerlerimizle paylaşıyoruz: Avrupalı ne yapıyor, Akdenizli ne yapıyor, Amerikalı ne yapıyor, bunları ve aldığımız bilgileri, arkaplanları, becerileri insanlara anlatıyoruz. Bütün bunları firma sahipleriyle, partnerlerimizle paylaşıyoruz. Ama biraz önce dediğim gibi yapısal bir değişim lazım.Yeni teknolojiler lazım, az önce de söylediğim gibi nasıl ki arabalarda usta tornavida ve gres yağı dönemi bitti teknolojik, güncellemelerle sorunlarını çözen arabalar dönemine geçtiyse bizim de Türkiye’de sektör olarak bu dönemi değiştirmemiz gerek. Alüminyum sektöründe insanların artık Avrupa’da üretilenin daha üst seviyesinde ürünler üretmeye başlaması lazım. Bunu yapabilecek kapasitedeyiz: ilim, bilim, arkaplan, tecrübe olarak… Sadece disiplinli olmamız ve buna yatırım yapmamız lazım. Bunu yaptığımız zaman gördüklerini anlatan, egoistlik yapmayacak, daha iyi üretim yapmak için ekstrüzyon firmalarıyla bilgilerini paylaşacak yetkin kişilere ihtiyacımız var. Ben bunu yapabilirim, hiç sıkıntı yok. Pazarlamasından dağıtımına, imalatına kadar her konuda elimden geldiğince yardımcı olmaya hazırım. Yeter ki biz bunu yapacağız diyecek insanlar olsun sektörde. Bizim odak noktamız dolar ve tonajlı üretim. Bir firma 30 bin ton üretiyor, başka bir firma 40 bin ton üretiyor; hangisinin cirosu daha yüksektir? 30 bin ton üretenin cirosu daha yüksektir, çünkü katmadeğerli üretim yapıyor, sistem üretiyor. 40 bin ton üreten firmanın 4,5 dolara sattığı ürünü 5,5 dolara satıyor çünkü sistem ürünü üretiyor, katmadeğer katıyor ürüne. Çünkü bir marka koymuş firma, isim satıyor firma. Bu çözümü hangi alüminyum fabrikasıyla çözerim diye sorduğunda uygulayıcı ‘’X firma’’ dendiği zaman geleceğe miras bırakıyorsun demektir.
Bugün 40-50 bin ton üreten firmayı yarın bir Çinli firma alır, sonrasında 100 bin ton da üretir.Peki, ne değişecek? Bu sektörde Schüco’nun, Reynaers’in ekstrüzyon tesisleri yok, ama bugün gidiyorsun Irak’a, Amerika’ya bu firmaların ürünü satıyor. Bir gün Miami’den bir inşaat mühendisiyle konuşuyorum bana söylediği şu: ‘’Reynaers’in ürününü temin edebilir miyiz?’’ Niye? ‘’Çünkü onlar burada kayıtlı, belgeleri olan firma.’’ Bizim firmalarımız niye Reynaers gibi olmasın?
Carra Mimari Sistemler’in geleceği hakkında bilgi verebilir misiniz? Carra’nın geleceği alüminyum sektörünün geleceğine mi bağlı yoksa kendisine yeni yollar açmayı mı planlıyor? 2025 ve ilerleyen yıllardaki gelecek planları neler?
Carra Mimari Sistemler olarak, birkaç firmanın ürünlerini kendi yeteneklerimiz ve bize inanan, güvenen ekiple beraber proje bazlı şekilde hem yurt içinde hem de yurt dışında satıyor ve teknik destek sunuyoruz. Ancak 2025 ve 2026 hedefimiz, yurt dışı projelerine daha fazla ağırlık vermek. Şu anda da bazı projelerin imalatını burada yapıp konteynerlerle göndermek üzere çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ekibimiz hazır, işe koyulduk; umarız Allah utandırmaz ve başarıya ulaşırız.